30 Aralık 2011 Cuma

BOZKIR ORDU BEKLEYİŞİYLE..



Ordu görmemiş bozkırında destanların
Kervan geçse ne olur ve kuşlar uçsa
Rüyaların biri bitince öteki başlar deliksiz uykusunda taşın toprağın
Anılar karışık düzen sıralanmıştır sipahi belleğinde

Hayaller çöker kurulur acılarla
Köprüler kurulmasa da çok su akar umman arar   
Dağlar orta çağda kaledir fethine kapar kapılarını
Kainat boştur kızıl elma olmasa

Ulu çınar en koyu en ağır gölgesini serip
Tanrı misafirini bekler ve heybesindekileri
Kırbadan suyun abdest azalarına süzülmesini
Ve toprağın öpeceği aklığı o pak alında

Mekan oyun sahasıyken üç harflilerin
Karanlığa gömülü övülmüş bekleyişle cumartesilere pazarlara boyun eğmezken
Dallara altın kese asan yiğitleri kovalarken bulutlu gözler
Bağlardan çok bahçeler hazırlıklıdır çiçekleriyle sepetleriyle

Külaha sarık yeğlemeleri döker zaman dile gelirse
Bozkır ordu bekleyişiyle dışında kalır tarihin
Analar bakır tasla su döker oğullarının ardından seferberliktir
Kan ırmaktır över mürekkebi

İstanbul, 25 Aralık 2011

16 Aralık 2011 Cuma

TOPRAKTAN UYANMAK




Uyku ölümün kardeşidir
Günleri biriktirdiğimiz kutudur yatak
Tabutla ne taşınır toprak eve

Oyuncudan geriye kalan nedir
Dekor oyunun sonunda korur mu değerini  
Kostümler niçin çıkarılıp atılır

Son nefesten bak ki o masadan kimler gelip geçmiş göresin
Rol biter servet erir söz uçar ve unutulur şöhret
Ülke sınırlarını görmez kuşlar arılar tarlanın çitini ve tapusunu arsanın

Tut ki uyanmadın bitti ömür
Yalvar yakar bir gün daha istedin
O son günde ne yapacaksan onu yap her gün


 İstanbul, 2011

2 Aralık 2011 Cuma

KALBİM KANIYOR




Karşı yakasında beklerken
Yalan ayrılığın
Yıkılırken ışık köprü
Kalbim kanıyor

Ey renkleri yürekteki
Sonsuz gökkuşağının
Hangi kelimede solsan
Candan bir yonga kopar

El ele yürüme yürekliliği
Dile gelmez acılarda
Mutluluk kapısını açar ölümün
Sevgiye bedel


İstanbul, 2009

1 Aralık 2011 Perşembe

AŞKA KAN AĞLADIM



Yüreğime yıllardır kapatılmış
Işık görmemiş kuşları sırrın
Ey canlar sözsüz sazsız
Bakışsız söyleyeceğim

Aynalara emanet
Mahcup gülüşleri
Ağlamakla değiştim
Aşka kan ağladım

Efsunuyla gölgelerin
Nefret çöllerinden girdim  
Sabrın bahçelerine
Akan günleri saydım anbean

Aynalar niçin dilsiz 
Kuşlar güneş yolcusu  
Merhamet niçin cesaret verir
Vuslat niçin ayrılığa yeğlenir

Kapılarını açıp acı kalesinin
Ordularını bekledim sevginin
Kelimelere can vereceğim
Ekmeğini paylaşacağım kalbimin

İstanbul, Aralık’09

30 Kasım 2011 Çarşamba

SESİM ACIDAN ÇIKMAZ




Ellerimden gökyüzüne
Parmaklarım akarken tek tek
Kuş olup dağılırlar
Gagalarında kelimelerimle

Ellerimden ötesi geceye durmuştur
Anlama aç bırakılmıştır yer gök
Sesim çıkmaz acıda kaybolmuştur
Her kelime varaktan parmak izlerim

Yüreğimden açılıp uzanır avuçlar
Çizgilerinden okunmaz yazgım
Meleklerin kaleme aldıklarıdır
Yakarışlarımdan umuda yükselir

İstanbul, 1992

29 Kasım 2011 Salı

İNGİLTERE GEZİSİ FOTOĞRAFLARINA DAİR..

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kraliçe II. Elizabeth'in 2008 yılında Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaretin iadesi niteliğinde İngiltere’ye dört günlük bir gezi düzenledi. Bu ziyaret nedeniyle Buckingham Sarayı'nın önündeki ana cadde Türk ve İngiliz bayraklarıyla donatıldı. Cumhurbaşkanı Gül, eşi Hayrünnisa Gül'le birlikte Buckingham Sarayı'na Kraliyet Süvari Birliği eşliğinde atlı arabayla gitti. Gül çiftini, kraliçe II. Elizabeth ve eşi Edinburgh Dükü Philip karşıladı. Gül ve eşi, Kraliçe'nin onurlarına verdiği yemeklere katıldı ve Kraliyet ailesinin diğer mensuplarıyla bir araya geldi. Türkiye’nin First Lady’si Hayrünnisa Hanım’ın milletimizi en güzel şekilde temsil ettiğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İngiltere gezisi fotoğraflarını internette paylaştı. Fotoğrafları tek tek inceledim. Kendilerine tahsis edilen klasik İngiliz kır malikânesinin bahçesinde Gül çiftinin çektikleri fotoğrafı çok beğendim. Prens Charles’ın İngiltere’de araştırma yapan Türk gençlerini Gül'e tanıtmış. Gençlerle birlikte çekilen fotoğrafta Hayrünnisa Hanım’ın elbisesinin kırışmış oluşu dikkatimi çekti. Gül çiftinin Prens Charles ve eşiyle çekindikleri fotoğrafta da kırışıktı aynı elbise. Kraliçe II. Elizabeth'in salonun girişinde Türk-İngiliz tarihi ile ilgili bazı vesikalar ile Osmanlı Sultanları tarafından verilen hediyeleri gösterirken çekildikleri resimde de Hayrünnisa Hanım’ın elbisesi kırışık çıkmış. Kumaş seçimi yapılırken dikkat edilmesi gereken hususlar bunlar. Neden Kraliçe II. Elizabeth'in giydiği elbisenin kumaşında sorun yok da, Hayrünnisa Hanım’ınkinde var? İlgililerin çok daha dikkatli olmalarını umuyorum.

25 Kasım 2011 Cuma

DARAĞACINDA BİR GÜL




Dünyaya bir gül olarak gelmekle başladı
Baş kaldırmalarım yaş günlerinde kalbimin
İsyan kırmızsı sayıldı deri rengim
Kokum yayıldıkça doldu cönk defterleri

Yazı sevdim en çok dört mevsim içinde
Ömrümü sözcülüğüne adadım sevginin
Dokuz beton şehirden kovulsam da
Dar ağacında gülümserim onuncu şehrin

İstanbul, 1995

27 Ekim 2011 Perşembe

BİR İÇİM SU




Sen hayatın avucunda bir içim su
Nice düşlerle dalgalanan
İçinde taşıdığın deniz
Kederlere boyanmasın fırtınalarda
Rengini korumalısın

Kirpiklerinde bir damlasın
Ey çiçeklerin sırdaşı
Kokunu saklamalısın doruklarına çıkıp yalnızlığın
Bahçelerin ağustos ışığısın
Titreyen alevi aşk mumunun

Çeyiz sandığında saklı anlamı gençliğin
Tadını sakınmalısın ey sabrı karıncaların
Taşlarken seni kumrular ağlama
Sözünde tek ayak üzere dur
Göz kırpmasını bekle talihin güleceksin


Hülya Yürekli
Üsküdar/Kızkulesi, Eylül’10

15 Ekim 2011 Cumartesi

GÖZ IŞIĞIYLA TANINIR




Kitabı harf harf sevip
Bakışı kelimelerin altından çıkaran kalbim
Işığın yansıyor yüze

Cehaletin en büyük kötülüğü
Ruhu kapatması nefis zindanına
Ve ışıklarının sönmesi ölü kalbin

Göz satırların terbiyesinde
Sevginin korku sınırında devriyede
Bakışla temizler yeryüzünü

O bakıştır dosta güven
Korku veren düşmana
Huzurda geçit resmimizi okşar

Ruhun göze en yakın yerinde
Saçtığı ışıkla tanınır
İki dünya ödülünü arar bakışının

Hülya Çelik Yürekli

Erzurum, 1986

30 Eylül 2011 Cuma

DUDAKTA SABRIN KIZIL YAPRAKLARI





Gece yakarışlarının uzun saçlarını
Taradıktan sonra fildişi taraklarla
Adıyla kendimden geçtim

Selvi boylu beyaz sarıklı
Selvi boylu al yazmalı bir adım gerisinde
Alınlar serilir en uzun secdede  

Narin yanağında haya kızıllığı
Huşu ışığında yüz belli belirsiz  
Dudakta sabrın kızıl yaprakları

Güneş içlerine koşarak doğar
Teri dökülür kelimelere
Pası erir gönlün sıcakta

Hülya Yürekli


İstanbul’11

8 Eylül 2011 Perşembe

AH IRMAĞI



Semada akan ah ırmağı
Ta yüreğimden başlar coşmaya

Göğsümü derin ve büyük yarar
Acılarını üstüme saldığından zaman

Sahilinde dikilip zulüm denizinin
Sesimi yükseltmem için doğmuşum

Ey en yumuşak yüreği işitmenin
Ey sıcak ışığı üstten zulmü kuşatan bakışın

Şaşmaz adalete doğru böyle
En duyarlı terazinin sahibine şiirler okuyarak

Kelimelerimi yoluna koy
Merhametindir sırt dayadığı kale kalbimin


Hülya Yürekli
İstanbul, Ocak’04

HOŞNUTLUK SARAYI



Ayaklarımda giysilerimde saçlarımda toz
Toprak ve kum taneleri ayrılık çölünden
Belgelerimdir böyle geldim

Hüzün ki insan yükü
Taşınır bir ömür
Kaç serap geçtik karanlıkta

Hoşnutluk sarayına canımızı
Son solukla bir atabilsek
Kapıyı açar mısın sürgünden dönene

Hülya Yürekli
İstanbul, Ağustos’10

TEMİZE ÇEKMEK


Sayfa açmak değil ki derdim
Amel defterim tek yaprak
Büyük rulo

Başlık atma vakti geldi
Yakamdan çoktan düştü dünde kalanlar
Yarından dökülenler bunlar kalemime

El sallayanlar ufkun ötesinde
Umuda fırlatılan sevinç çığlıkları
Güleç yüzü sevginin

Masumiyetin muştulu fısıltıları
Vuslatın gururlu gülümsemesi
Geçecek kağıda

Elim hızlı ama görgülü
Yüreğimin batısından doğusuna sesleniyorum
Anlattıklarım ayak sesleri dirilişin

Hülya Yürekli

İstanbul, Eylül’11

27 Ağustos 2011 Cumartesi

SEFERE ÇIKMIYORUM



Ya tahammül ya sefer dediler
Sefere çıkmıyorum kardeşlerim
Mimarı benim tahammül mülkünün

Aşk şehrini ikiye bölen
Keder nehrinin güney yakasına
Sabır sarayını ben kurdum tuğla tuğla

Sonbahar kaç kez taradı kemiklerimi
Kanlı ihanet tarağıyla
Yerle bir oldum gönül depremlerinde kaç kez

HÜLYA YÜREKLİ

İstanbul, Ağustos’11

25 Ağustos 2011 Perşembe

CENNET AĞACI

Sevgi otağında ziyafet var 
Davete diriden çok ölü katılıyor
Cennet ağacı evin ortasında

Gökyüzü sofrasında toplanıyorlar
Muhammet’in minderi baş köşede
Rüyalar orada hakikat adına konuşur

Erkeğin bel kemiğinden süzülür
Göğsünden yedi renk ışık akar kadının
Dallar çiçeklenir meyve döker sevinçle

El yüz baş ayak suyla ve toprakla yarenlikte
Dostluk kurulmuştur gözyaşlarıyla
Ağızlar oynaşıyor hayır lokmada ve lafta değil

HÜLYA YÜREKLİ
İstanbul, 2011